İktidar, güç, yük, şefkat, erkeklik üzerine…
Babalar günü vesilesiyle “erkeklik” kavramıyla birlikte anılan iktidar ve gücün, aynı zamanda erkekleri yaralayan ve üzen tarafta da olabileceğinin farkındalığından bahsetmek istedim bugün.
Jean M. Twenge “Ben Nesli” kitabında “ İnsan, içinde yaşadığı çağa, babasına benzediğinden daha çok benzer.” der. Genlerin yarısı gibi hatırı sayılır bir orana rağmen yaşanılan çağın kültürünün daha çok yansıtıldığını ifade ederek bir nevi “babadan oğula” geleneğinin de artık eskisi kadar güçlü olmadığına dikkat çeker.
Anne kavramına hep şefkat, sevgi, anlayış ve iyi niyet yüklenirken; babalar yüz yıllarca gücü ve iktidarı temsil etmiş.
Ulu çınar, evin direği gibi metaforlar, babadan beklentinin büyüklüğünü gösterir. Baba giderse “ocak” söner denir. Çünkü erkek olmadığında haneye ekmek girmez ve çorba kaynamaz. Erkek olmanın gereği, aç’da açık’ta bırakmamaktır. Bizim kültürümüzde yer alan bu kabullenme, ocağın yanması ve aş’ın kaynamasını erkeğin eve getireceği rızka bağlar.
Erkeğe atfedilen kavramların yükü ağır.
Belki de bu yüzden, yüzyıllarca bu büyük sorumluluğun altından kalkamadığı için okşayamadı çocuklarının başını. Güç aynı zamanda otoritenin de bir sembolü olduğundan erkek istediği şefkati ne görebildi ne gösterebildi. Bu yüzden en son onlar duydu evde olup biteni, bilmediği bir metne onay verdi. Goffman’ın “Damga” kuramını destekler niteliktedir bu durum.Erkeklere güç, kudret, iktidar gibi güçlü figürler yükleyip, yüceltiyoruz, sonra da yüklediğimiz anlamları gerçekleştiremediklerinde onları teselliye kalkıyor ya da acımasızca eleştiriyoruz. Damga, etiketleme ya da beklenti değişebilen kavramlardır. Örneğin “güç” bunu karşılayamayan bir insan için küçültücü bir özellik olabilir. Toplumun bize yükledikleri görünmez kamburlar yaratır sırtımızda. Bazen takılır bu çıkıntı değer yargılarımıza, gizli yaralar açar ruhumuzda. Çocuğuna ekmek götüremeyen babaların kahrından hazin ölümlerini duyarız mesala. Halbuki yoktur hiçbir kitapta bunun kanunu. Bu hükmü kim vermiş ya da nelerden devşirip değiştirerek bu yük erkeğe yüklenmiş, bilinmez. Ağlamaz da üstelik erkekler. Hatta ağız dolusu gülemez bile. Güçlü ve kudretli bir duruşta duyguya yer yoktur çünkü.
Philip Zimbardo “Bitik Erkekler” kitabında bir serzenişte bulunarak “erkeklik” krizinden bahseder daha doğrusu bir alarm verir. Yeni nesil erkeklerin dijital teknoloji bağımlısı olduklarına dikkat çekerek bunun nedenlerini tartışır. Erkeklerin hiç olmadıkları kadar başarısız olduklarını söyler.
Belki de yüzyıllarca kendilerinden bekleneni başaramama kaygısına kapılan erkek; gerçek dünyayı keşfetmeyi reddediyor bugünlerde. Spordan sekse, sosyal hayattan kariyerlerine kadar uzanan bir yelpaze yaşamda görünmez olmanın güvenilirliğidir onları dijital dünyaya hapseden. İktidarını ya da gücünü sorgulayan bir kitleden uzaklaşmanın bir yoludur belki de bu kaçış.
Zimbardo ne yapılması gerektiğini sorar kitabında. Bir koçluk sorusu sormak istesem “erkeğin neye ihtiyacı var bu yükü sırtından atmak için” derdim.
Bu hayatın dümeni kimde olursa olsun aynı gemideyiz hepimiz. Erkek ya da kadına cinsiyet üzerinden yüklenen anlamlardan arındığımızda özgürleşebiliriz ancak.
Aramızda olan olmayan tüm babaların babalar gününü kalpten kutluyorum.
İyi ki varsınız öbür yarımız.
#yaşasınyaşamak #kendinekoçluk #BabalarGunu #yaşasınyaşamak #lifecoaching #öneri #kitaponerisi